AŞILAR VE OTİZM (2)
Bu makalenin yayınlanmasından sonra Wakefield kendi hastanesinde oldukça ses getiren bir basın toplantısı düzenlemiş ve bu toplantı uzun bir süre kamunun gündeminde kalmış ve hiçbir şekilde kızamık aşısıyla nedensellik ilişkisi kanıtlanamamış olsa da MMR aşısının toplumda uygulanma yüzdelerinde önemli ölçüde düşüşlere yol açmış. Makalenin nedensellik bağını net olarak kurmamasına rağmen olayın gittiği yeri gören aklı başında bilim insanlarının Wakefield’a ciddi eleştiriler getirmesi nedeniyle Wakefield komşu ülke İrlanda’dan kendisine yeni bir işbirlikçi bulmuş: John O’Leary. O’Leary, Chadwick’in Wakefield’a sağlayamadığı PCR tekniğiyle kızamık virüsünün RNA’sını doku biyopsi örneklerinde ortaya koyma becerisini gösterecekti. O’Leary kendi cihazının diğer PCR cihazlarından bu konuda çok daha hassas olduğunu söylüyordu. 2002 yılında yayınlanan, Wakefield ile yaptıkları ve Wakefield’ın ilk çalışmasındaki çocukların biyopsi spesimenlerinin de dahil edildiği toplamda 91 çocuğun alındığı çalışmada, bunların 75’inde bağırsak biyopsilerinde kızamık virüsünü tespit ettiklerini yazdılar. Bu arada, O’Leary’nin firması Unigenetics bu çalışmaları karşılığında Avukat Richard Barr’ın organizasyonu aracılığıyla 800000 pound aldı.
O’Leary’nin bu iddialı çalışması elbette pek çok soru işareti yarattı. Zaman içerisinde açılan davalarda hakem kurumlar olarak görevlendirilen Edinburgh Üniversitesi ve Queen Mary Tıp Fakültesi heyetleri çalışmadaki çocukların örneklerinde benzer bulguları elde edemediler. Japonya ve ABD’deki benzer çalışmalarda da aynı bulgular teyit edilemedi. O’Leary’nin laboratuvarını denetlemek için İrlanda ve İngiltere mahkemelerince görevlendirilen heyetlerin çalışmalarında ise şu bulgulara rastlandı:
- COVID19 pandemisi sırasında artık oldukça aşina olduğumuz PCR cihazı şüphelenilen virüs DNA veya RNA’sını ne kadar az çoğaltma tekrarı (siklus) ile buluyorsa gerçek pozitiflik (yani virüsün gerçekten o dokuda bulunma) olasılığı o kadar yüksekti. Eğer 35 siklusun (çoğaltma tekrarı) üzerinde bir siklus kullanıldıysa bunun yalancı pozitif yani büyük ihtimalle bulaş olma olasılığı o kadar yüksekti. O’Leary’nin pozitif olarak raporladığı pek çok örnekte bu sayı 35’in üzerindeydi.
- Dokularda bulunan kızamık virüsünün 3 kökeni olabilirdi:
A – Doğal yolla geçirilmiş enfeksiyonu oluşturan virüs
B – Laboratuvar çalışmalarında makinenin doğru çalıştığından emin olmak için pozitif örnek olarak kullandıkları laboratuvar virüsü
C – MMR aşısında kullanılan virüs.
Bunlar arasındaki küçük genetik dizin farklılıklarını ortaya koymak için sequencing (ardışıklık analizi) kullanılması gerekiyordu ama imkanları olmasına rağmen O’Leary bu seçeneği kullanmamıştı.
- Daha önce de belirttiğim gibi çocuklardan alınan örnekler hem klasik yöntem olan formaline tabi tutularak hem de sıvı nitrojen ile dondurularak hazırlanıyordu. Formalinin elbette virüs RNA’sını bir miktar bozucu etkisi vardı, dolayısıyla formalinle hazırlanmış örneklerde daha yüksek siklus sayısıyla virüs RNA’sının tespit edilmesi beklenirdi ama bunun hiç de böyle olmadığı, RNA’nın daha iyi korunduğu düşünülen dondurulmuş örneklerle formalinle hazırlanmış örneklerin aynı siklus sayısıyla pozitiflik oluşturduğu raporlanmıştı.
- Özellikle Queen Mary Hastanesi’nden görevli olarak gönderilen PCR uzmanı Profesör Stephen Bustin’in çalışmalarında görüldü ki; makinenin çıktılarında boş örneklemelerin olduğu çukurlar dahi O’Leary tarafından pozitif olarak raporlanmıştı. Bustin mahkeme kayıtlarına göre O’Leary’nin pozitif bulgularının DNA’ya ait olduğunu halbuki kızamık virüsünün RNA virüsü olduğunu ifade ediyordu; bunun ancak uygunsuz bir bulaş sonucu olabileceğini söylüyordu.
Kişisel ihtirasların ve açgözlülüğün bilimsel bir sosla kapatılmak istendiği bu kusursuz fırtınanın insanlığa getirdiği maliyet elbette ki acı, utanç ve hastalık oldu. Ödenen bedellere bahsettiğim diğer kitabın özetinde değineceğim elbette ama beni bu kitapta en çok etkileyen ve bilimsel bilginin nasıl üretilmesi gerektiğini birkaç basit kelimeyle ortaya koyan Brian Deer’ın sözleriyle bitirmek istiyorum: “Tıp bilimi ilham ve işbirliğinin bir karışımıdır; bu konuda liderlik edenlerin en büyük üretkenlik kaynağı cesaretleridir. O (Wakefield), bunların hepsine sahipti ama artı olarak kendi düşüncelerini kanıtlama konusunda kesin bir kararlılığa da sahipti; ancak bilimde cesaret düşüncelerinizin doğruluğunu kanıtlamakta değil, kendi düşüncelerinizin yanlış olabileceğini kanıtlama yönündeki çabalarınızdadır.”