BİR METABOLİZMA KİTABI VE DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ -3-

Bir antropolog olan Pontzer kitabında meslektaşları ve kendisinin işin asıl uzmanları olmalarına rağmen, verilerin çok kısıtlı olmasından dolayı Paleolitik çağda (taş devrinde) yaşayan toplumlarının diyetleri konusunda fazlaca açıklama yapmaktan kaçınmalarına rağmen bu konuda hiçbir araştırması ve formal eğitimi olmayanların büyük büyük laflar etmelerini şaşkınlıkla karşılıyor. Bu durumu bir çeşit cahil cesaretine bağlıyor.

Pontzer atalarımızın diyet alışkanlıkları konusunda bize fikir veren üç çeşit kanıt olduğunu söylüyor: Arkeolojik çalışmalar ve fosil bulguları, yaşayan avcı-toplayıcı toplumların etnografileri, insan genomunun fonksiyonel analizleri. Çok karmaşık ve içinden çıkması zor olan bu kayıtların işaret ettiği tek bir kesin bulgu var: İnsanlar fırsatçı hepobur (omnivor) olarak evrimleşmişlerdir yani aslında o anda bulabildikleri şeyleri ki bunlar her zaman bitkiler ve hayvanların bir karışımı ve elbette ki bal olmuştur.

Pontzer, özellikle bulunan insan fosil kalıntılarının dişleri arasındaki besin artıklarının analizleri, Paleolitik dönem insanlarının taş devri (paleo) diyeti savunucularının belirttiğinin aksine tahıllar ve karbonhidrattan zengin nişastalı gıdalardan uzak olmadıklarını gösterdiğini belirtiyor. 

Etnografileri inceleyen çalışmalarda şu an yaşayan modern dünyayla ilişkileri olmayan son ilkel kabilelerin (Hadza, Tsimane, Shuar) diyetlerinin %65’in üzerinde bir karbonhidrat içeriğine sahip oldukları belirlenmiş (modern Amerikan diyetinin içeriği %50 karbonhidrat). Doğal olarak Pontzer, Hadza toplumu üzerinde yaptığı çalışmalarda hiçbir zaman “ketozis” gözlemlememiş. Aslında bu ilkel toplumların (Hadza, Tsimane, Shuar gibi) diyetleri incelendiğinde eskimolar dışında hepsinin diyetlerinin başka bir ortak özelliği “düşük yağlı” olması olarak ortaya çıkıyor. Tipik bir Amerikalının diyeti %40 oranında yağ içerirken metabolik olarak oldukça sağlıklı olan bu toplumların diyetleri %20’den daha az yağ içeriyor.

Egzersizin sağlık açısından olumlu etkilerinin geliştirdiği teoriyle arka plana itilmesinden korktuğu her halinden anlaşılan Pontzer, kitabında defalarca sporun sağlığımız açısından vazgeçilmez bir aktivite olduğunu üzerine basa basa ifade ettikten sonra şöyle diyor: “Egzersiz günlük olarak yaktığınız kalori miktarını değiştirmez ama bu kalorileri nasıl harcadığınızı değiştirir ve bütün farkı yaratan da budur.” Sporun devreye girmesiyle enerji harcama kalemlerinde oluşan değişiklikler konusunda şu örnekleri veriyor Pontzer:

1) İnflamasyona yani kronikleşmiş inflamasyona harcanan enerji kısıtlanıyor; aşırı aktif bir bağışıklık sisteminin kendi organizmasına zarar verme potansiyeline sahip uygunsuz yanıtlar azalıyor böylece. 2) Stres yanıtı olarak yükselen hormonal aktiviteye ayrılan enerjinin azalması. 3) Üreme yeteneğine yol veren hormonların seviyesinde azalma: Benim de şaşkınlıkla öğrendiğim bir durum olarak incelenen tüm ilkel toplulukların üreme hormonu düzeyleri modern dünyadaki insanların çok daha altında. Bu durumun bir sonucu olarak Hadzalar herhangi bir doğum kontrol yöntemi kullanmamalarına rağmen her 3-4 senede bir çocuk sahibi olabilirken, örneğin doğum kontrol yöntemi kullanmayan bir Amerikalı kadın 1-2 senede dahi gebe kalabiliyor.

Pontzer kitabında, teorisini destekleyen başka bir ilginç çalışmasından bahsediyor: Race Across the USA koşusu. Bu koşu ABD’nin Pasifik kıyısından başlanıp haftada 6 gün 1 maraton kadar mesafenin koşulup ABD’nin en doğusunda Washington DC’de tamamlanan bir müsabaka. 140 gün süren ve yaklaşık 5000 km bir mesafe katedildiği bu yarışmada, koşucuların zaman içindeki enerji harcama değişikliklerinin hesaplandığı olağanüstü bir çalışma. Yarışın ilk haftasında çift etiketli su yöntemiyle hesaplanan enerji harcaması tam da yarış öncesi günlük harcamanın üzerine bir de maraton koşusu harcamasının konulduğu zaman kolaylıkla hesaplanabilecek bir düzeye eş değerdi, ancak ilerleyen haftalarda aynı günlük bir maraton koşma pratiği devam etmesine rağmen harcanan enerjide yüzde onun üzerinde bir azalmanın (600 kalori düzeyinde) meydana geldiği görüldü. Koşucuların enerji harcamalarında gerçekleşen bu tasarrufun hem bazal metabolik hızdaki olası azalmadan ve egzersiz olmayan fiziksel aktivitedeki azalmadan hem de daha önce bahsettiğimiz bağışıklık sistemi, üreme sistemi hormonları ve stres tepkimelerine ayırdığımız enerjinin azaltılmasından kaynaklanabileceğini ve bu konudaki belirsizlikleri azaltacak araştırmalarının halen devam ettiğini söylüyor Pontzer.