BİR METABOLİZMA KİTABI VE DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ -4-
Pontzer’in kitabında beni belki de en çok etkileyen bölüm 4. bölümdü. Bu bölümde Pontzer, atalarımızın geçirdiği evrimsel süreçleri kısaca anlattıktan sonra bugüne kadar hiç kimseden duymadığım bir antropolojik bakış açısıyla biz insanları maymunsu yaratıklardan ayıran en önemli özelliğe dikkat çekiyor; gelin bunu Pontzer’in kendi sözlerinden dinleyelim: “Yaklaşık 2,5 milyon yıl önce atalarımız olan homininler maymunsu davranış kalıplarından uzaklaşarak çok acayip bir şey yapmaya başladılar: Taşlardan yaptıkları araç gereçlerle zebralar gibi büyük hayvanları avlamaya başladılar. Bu homininlerin evrimsel süreçlerinin üçüncü ve son evresi olan avcı toplayıcı kısmına girdiklerine işaret ediyordu, ancak bu insanoğlunun bilişsel gelişiminin ana nedeni değildi çünkü şempanzeler de aslında avlanıyor ve bazı aletler yapıyorlardı. Bu, insanların onlardan ayrılması için yeterince radikal bir değişiklik değildi. İnsan atalarının yeme alışkanlıklarında yaptığı ve metabolizmamızı ve evrimsel öykümüzü toptan değiştirecek şey insan atalarının yedikleri yiyecekler değil verdikleri yiyecekler idi.”
Pontzer uzun süre yanlarında kalarak gözlemlediği dünyanın halen yaşamakta olan son avcı-toplayıcı topluluklarından biri olan Tanzanya’da yerleşik Hadzalarda en çok duyduğu kelimelerden birinin anlamı “ver” olan “za” olduğunu yazıyor. Üstelik iki kişi arasındaki bu emir sözcüğüne lütfen ya da teşekkür ederim gibi nezaket/şükran kelimelerinin de eşlik etmediğini söylüyor Pontzer. İlk başlarda çok yadırgadığı ve muhatabı tarafından hemen gereği gerçekleştirilen bu durumun nedeninin daha sonra farkına varıyor Pontzer: “Vermek, paylaşmak Hadza topluluğunda bir iyilik göstergesi değildi, bu bir kuraldı. Nasıl bizler, yüzüme tükürmediğin için sana teşekkür ederim, demiyorsak birbirimize, Hadzalar da paylaşmak için teşekkür ederim veya lütfen sözcüklerini kullanmıyorlar. Bu sihirli sözcükleri sadece karşımızdaki insanın bizi reddetme olasılığı varsa kullanırız ama bu iş Hadzalarda böyle yürümüyor. Hadza olmak paylaşmak demek. Herkes her zaman herkesle paylaşıyor. Bu bir kural. Tek söylemeniz gereken şey: Za.”
Verdiği örneklerle şempanzeler, goriller ve orangutanlarda paylaşmanın çok nadir görülen bir özellik olduğunu vurgulayan Pontzer “biz insanları niteleyen en önemli özelliğin ne avcılık ne de toplayıcılık olduğunu, insanı insan haline gelmesini sağlayan en önemli özelliğin Paylaşımcılık olduğunu söylüyor.
Şöyle diyor Pontzer kitabında: “Biz insanlar toplumun geri kalan kısmıyla paylaşabilmek için evimize hep ihtiyacımızdan daha fazlasını getirdik; bu da bize bir güvenlik ağı sağladı. Böylece eve eli boş gelenler hiçbir zaman aç kalmadılar. Bu bize gıdaya erişimimizde farklı işbirlikleri geliştirmemizi; bir yanda büyük kazanımların potansiyelini arttırırken bir yanda da olası başarısızlığın olumsuz sonuçlarını sınırlandırabilme gücünü sağladı. Bazı grup bileşenleri avlanıp şanslı günlerinde eve bolca protein ve yağ getirirken diğerleri toplayıcılık yapıp böylece avcıların şanssız oldukları günlerde hayatta kalmamızı sağlayacak güvenilir besin kaynakları sağlıyorlardı. Bu son derece başarılı, esnek, her koşula uygun bir strateji idi. Ama ana en temel, ancak dile getirilmeye gerek görülmeyen en sarsılmaz kural paylaşmaktı. Paylaşmak avcı-toplayıcı toplulukları bir arada tutan ana tutkaldı ve bu uygulama atalarımızın metabolik stratejilerini radikal olarak değiştirdi. Paylaşmak; büyüme, üreme ve bilişsel işlevler için daha fazla gıda, kalori ve enerji ayırabilmek anlamına geliyordu. Benim ve diğer meslektaşlarımın çift etiketli su yöntemiyle gösterdiğimiz gibi insan ırkı günlük hayatta şempanzelerden %20 daha fazla enerji harcaması yapabiliyor. Bu fazladan enerji diğer gelişmiş canlılardan daha büyük beyinlerimiz ve çok daha aktif yaşam tarzımızı sürdürmek için gereken yakıtı sağladı. Ve tüm bu süreç avcı toplayıcı atalarımızın kendilerine gerekenden daha fazla gıdayı başkalarıyla paylaşmaları ile başladı.”
Gerçeğin sarsıcılığı sizi de etkilemedi mi? Biz insanların doğanın sert ve acımasız koşullarından sıyrılıp bugünkü uygarlıklarımızı kurmamızı sağlayan en önemli özelliği paylaşmaktı. Paylaşmak; tüm kutsal kitapların ve felsefi akımların yücelttikleri en önemli erdem ve herhalde bugün içerisine düştüğümüz paylaşmama sarmalı da uygarlıklarımızın sonunu getirecek en önemli kötülük olacak.
Pontzer bu olağanüstü kitabında insanlık tarihinin trajedilerine de dikkat çekiyor: “İnsanlık tarihinde insanlık idealine inancımızı sarsan tanık olduğumuz pek çok berbat şey (soykırımlar, kölelik gibi) diğerlerini daha az insan görmemizle ilişkili, hatta bu davranışlar pek çok kez din adamları ve devletler tarafından kutsanıp kabul çerçevesi içerisine alınmıştır. Modern zamanın en önemli sorusu: Kim bizim grubumuza dahil? Hanginiz bizden? Bu sorunun tek bir ahlaki yanıtı var: Herkes; hepimiz büyük insan kabilesinin bir parçasıyız. Bu tartışmayı kazanabilmenin, ki buna mecburuz, tek bir yolu var: Bizim dışımızdakilere karşı geliştirdiğimiz şüpheciliği bir kenara koymak; bugünlere erişmemizi sağlayan ödediğimiz evrimsel bedele yani paylaşımcılığa sahip çıkmak.”
Pontzer, insanın sürekli kalori gereksinimi gösteren metabolizmasının geliştirdiği bir yönetim biçiminin enerji temininin azaldığı zor zamanlar için yağ depolaması olduğunu söylüyor. Bunun diğer primatlarda örneğin maymunlarda olmadığını biliyoruz. Hayvanat bahçelerinde kapalı ortamlarda tutulan maymunlarda dahi vücut ağırlığının %10’u kadar yağ dokusu oluşturulduğunu biliyoruz. Bu üst düzey bir sporcunun vücudunda oluşan yağ miktarına eşdeğer bir oran. Halbuki modern şehirlerin kafesleri içerisinde yaşayan biz insanlarda, erkeklerde bu oranın %25-30’a, kadınlarda ise %40 ve hatta daha fazlasına ulaşabildiğini söylüyor Pontzer. Hayvanat bahçelerinde gıda erişimi kolay ancak fiziksel aktivite olanakları kısıtlı ortamlarda yaşayan maymunlarda daha fazla kas ve daha büyük organlar gelişmesine rağmen yağ dokularında belirgin bir artış gözlenmiyor. Atalarımızdan aldığımız genetik mirasla sürekli “karanlık, yağmurlu” günler için yağ dokusu biriktiren biz modern insanlarda ise bu günler neredeyse hiç gelmediği için yani gıdaya ulaşımımızda öyle veya böyle hiçbir zaman belirgin bir kısıtlanma olmadığı için biriktirdiğimiz fazla yağ dokusunun olumsuz sağlık sonuçları ile uğraşmak zorunda kalıyoruz.
Biz insanların iki milyon yıllık tarihsel süreç içerisinde yüksek düzeyli fiziksel aktivite gösterme yönünde evrimleştiğimizi yazıyor Pontzer; Dünya Sağlık Örgütü’nün kayıtlarına göre fiziksel aktivite yoksunluğu nedeniyle her yıl 1.6 milyon insanın hayatını kaybettiği bilgisini paylaşıyor. Bunun özellikle insanlara has bir problem olduğunu vurguluyor; bu tezini de hayvanat bahçelerinde düşük fiziksel aktivite olanaklarına sahip maymunlarda biz insanlar düzeyinde, hipertansiyon, diyabet, kalp hastalığı gelişmemesini örnek göstererek destekliyor.
İnsanlığın geleceğine dair umudunu hala ayakta tutan şeyin insan ırkının olağanüstü yaratıcı yeteneklere sahip beyni olduğunu söylüyor Pontzer. “Biz insanlar ateşi kontrol altına aldık, inanılmaz makineler yaparak onları uzak gezegenlere yolladık, yeni türler oluşturmayı ve evrimsel öykümüzü toparlamayı başardık. Geleceğimizi kontrol altına alabilecek ölçüde akıllı mıyız? Ya da tökezleyip, hiç gerekmediği halde kendi yarattığımız acılar içerisinde kıvranıp duracak mıyız? Gelecek nesiller topraktaki fosillerimizi ellerine alıp dehamızı hayranlıkla mı yad edecek ya da kafalarını iki yana sallayıp kaçınılmaz felaketi öngörüp sakınamayışımızı mı kınayacaklar?”