COVID-19 YAŞLANMA SÜREÇLERİNE KARŞI GENEL TAVRIMIZI DEĞİŞTİRECEK Mİ? -1-

COVID-19 elbette her yaştan insanın hayatını etkilese de, genel çerçeveye bakmamızı kolaylaştıran istatistiki verilerin gösterdiği, bu hastalığın ölümcüllüğünün artan yaşla beraber giderek artıyor olması. Aslında, bu istatistiki sonuçlar toplumun çoğunluğu tarafından çok da garip karşılanmadı çünkü ne de olsa çoğu hastalığın artan yaşla beraber hem daha sıklıkla görülmesi hem de ölümcüllüğünün daha fazla olması neredeyse genel bir kabul. COVID-19, belki de yaş almamızla beraber teker teker üzerimize gelen hastalıkları silolara (kalp hastalıkları, nörolojik hastalıklar, kas-iskelet sistemi hastalıkları gibi) paylaştırıp sadece o hastalığa özel çözümler üretmek olarak tanımlanabilecek genel modern tıbbi pratiği bir kere daha sorgulamamıza ve yaşlanma süreçlerinin tamamına etki edebilecek yeni bir bakış açısı kazanmamıza yardımcı olabilir.   Enfeksiyonlar çerçevesinden bakınca bu olguya bilim çevreleri açısından verilen isim “immunosenescense” yani bağışıklık sisteminin yaşlanması. Yaşlılığın kronolojik açıdan tarifi değişik dönemlerde çok değişik sayılarla ifade edilse de aslında biyolojik olarak bu kaçınılmaz sürecin kişiden kişiye çok farklı seyirler gösterdiğini hepimiz biliyoruz. Daha somut bir şekilde konuşacak olursak bazı kişiler görece olarak daha genç yaşlarında dahi bağışıklık sistemlerinde çok daha ileri yaşlarda gözlemlenmesi beklenen fonksiyon bozukluklarını gösterebiliyorlar. Bir başka deyişle bazı kişilerin biyolojik olarak yaşlanma süreçleri çok daha genç yaşlarda başlayabiliyor.

Bağışıklık sistemi özelinde konuya bakacak olursak, sağlıklı bir bireyde bu sistemin 3 ana fonksiyonu olduğunu biliyoruz: 1) Patojenleri (virüs, bakteri) ve tümör hücrelerini tanıma 2) Eliminasyon; yani yabancıları ortadan kaldırma 3) Rezolüsyon; tanımlı görevleri bitince bağışıklık sistemi hücrelerinin yarattığı inflamasyonun (yangının) ortadan kaldırılması.

Yaşla beraber bu 3 ana fonksiyonda da gerilemenin olduğunu biliyoruz. Örnek verecek olursak, yaşla beraber bağışıklık sistemi hücreleri üzerinde bulunan ve patojenleri tanımasına yarayan Toll-like reseptörler azalıyor. Bir başka örnek Natural Killer (NK) yani doğal katil hücreler adı verilen öncül savunma hücrelerinin tanımlanan yabancı hücreleri yıkmak için kullandığı perforin proteininin etkinliğinin azalması. İlerleyen yaşla beraber sonradan kazanılmış bağışıklık  sistemi hücreleri olan B-lenfosit hücrelerinin antikor salgılayan plazma hücrelerine dönüşümü zayıflıyor. Bir de son yıllarda yaşlanma süreçlerini inceleyen bilim insanlarının özellikle odaklandığı bir kavram var: “Senescent cells” (Yaşlı hücreler). Yaşlı hücreler aslında fonksiyonel olarak artık tükenmişlik yaşayan, yani kendisinin programlandığı işlevi gösteremeyen, üstelik de bir kenara çekilip “senescent factors” (yaşlılık faktörleri) adı verilen kimyasal molekülleri salgılayıp, süreklilik arz eden düşük çaplı inflamatuvar (iltihabi) ortamı hazırlayıp, çevresindeki sağlıklı hücrelerin de işlevinde bozulmaya yol açan hücreler. Bu hücrelerin ortadan kaldırılma süreci artan yaşla beraber önemli derecede sekteye uğruyor. Yaşlı olmasa da herhangi bir sebeple genetik bilgimizin yazılı olduğu DNA’sı hasar görmüş veya virüsle infekte olmuş hücrelerin ortadan kaldırılma mekanizması olan otofaji mekanizmasının da yaşlanma ile beraber zayıfladığını da biliyoruz.

Mikhail V. Blagosklonny’nin ortaya attığı ilginç “Yaşlanmanın Programlanmış Gibi Duran Hiperfonksiyon Teorisine” de (Hyperfunction theory of quasi-programmed aging) değinmeden geçemeyeceğim. Bu teoriye göre gelişimsel programların sonlanım noktalarının ötesine geçmeleri ve gereken kapanmayı gerçekleştirmeden amaçsızca faaliyetlerine devam etmeleri neticesinde yaşa bağlı hastalıklar, ikincil organ yetersizlikleri ve ölüm gerçekleşiyor.

Gündelik pratiğe bakacak olursak, bu anlattıklarımızın ne gibi yansımalarını görüyoruz? Bir defa örneğin mevsimsel grip aşılarında gençlerde koruyucu antikor geliştirme oranı %70-90 arasında bir noktada iken bu oran 60 yaş üzerindekilerde %20 düzeyine kadar düşüyor.

Bu yazıyı hazırlarken bir kez daha şu ana kadar üzerinde en çok durulan, yıldızı en çok parlayan Biontech aşısının faz 3 çalışmasının sonuçları henüz yayınlanmamıştı. Basın açıklamasında 65 yaş üzerindeki kişilerde aşının etkinliğinin %94 düzeyinde olduğu belirtildi; bu gerçekten çok çok sevindirici. Ancak; daha evvel yayınlanan faz 1 çalışmasında aynı aşının yarattığı bağışıklık yanıtının yaşlılarda gençlerdekinin yarısı kadar olduğu belirtilmişti. Burada bence en önemli olan nokta özellikle yaşlılarda sağlanan bağışıklığın ne kadar bir süreyle koruyucu olacağı.

COVID-19’dan önce dahi zatürre nedeniyle ölüm oranının 85 yaşındaki bir kişide 25 yaşındaki bir kişiye göre 1000 kat daha fazla olduğunu biliyorduk. Bu bilgiler bize mevcut ve gelecekte olası diğer benzer problemlere “geroscience” (yaşlılık bilimi) çerçevesinden bakmamız gerektiğini gösteriyor. Yaşlanma süreçlerinin genel nitelikleri olarak tanımlanabilecek bağışıklık sistemi fonksiyon bozuklukları ve “inflammaging” olarak yeni bir kavramsal tanımlama ile değerlendirilen yaşlanma ile beraber giderek artan inflamasyona (yangısal süreç) göreceli olarak daha genç bir bilim dalı olan yaşlılık biliminin önerdiği çözümlerin neler olduğunu bundan sonraki yazılarımdan okuyabilirsiniz.

 

Kaynaklar:

  • Immunol., 06 October 2020 | https://doi.org/10.3389/fimmu.2020.573662
  • The Conversation. Existing medicines could help improve immune function in vulnerable older adults. October 13, 2020. Richard Faragher Professor of Biogerontology, University of Brighton.
  • Cassandra Willyard. Aging and COVID vaccines. Nature Vol 586  15 October 2020.
  • Gerontol A Biol Sci Med Sci, 2020, Vol. XX, No. XX, 1–8. doi:10.1093/gerona/glaa149