COVID-19 YAŞLANMA SÜREÇLERİNE KARŞI GENEL TAVRIMIZI DEĞİŞTİRECEK Mİ? -6-

Bilim tarihi, zaman zaman son derece heyecan verici ve hatta filmlere konu olabilecek hikayelerle dolu. İşte bugün bunlardan birini anlatacağım sizlere.

Öykümüz 1964’de McGill Üniversitesi’nden Dr. Stanley Skoryna’nın Kanada Bilimsel Araştırma Konseyi ve Hastalıkları Kontrol Merkezi’ne Büyük Okyanus’ta en yakın ana kara parçasından binlerce mil uzakta olan Paskalya Adası’na ortak bir araştırma turu düzenlenmesi fikrini sunması ile başlıyor. Araştırmanın amacı adaya yapılması planlanan havaalanının yerli halk ve çevre üzerindeki olası etkileri oluşmadan incelemeler yapmak ve adaya ait bitki ve toprak örnekleri toplamak idi.

Araştırma ekibinde olanlardan biri Montreal Üniversitesi’nde görevli, Macar asıllı bir bakteriyolog olan Dr. George Nogrady idi. Bütün gün çıplak ayak gezmelerine rağmen yerlilerde tetanoz vakası görülmemesi Nogrady’nin özellikle ilgisini çekti ve adanın 67 ayrı bölgesinden topladığı 5000 dondurulmuş örneği (2000 anaerobic kültür de dahil olmak üzere) Kanada’ya nakletti.

Bu toprak örnekleri üzerinde uzun süreli araştırmalar yapan Montreal’de yerleşik Ayerst Firması mikrobiyologları 1972 yılında Streptomyces Hygroscopius isimli bir bakteri tarafından üretilen bir antifungal (mantar karşıtı) molekül tespit ediyorlar ve buna adanın orijinal ismi olan Rapa Nui’den esinlenerek “rapamisin” adını veriyorlar. Başını Suren Sehgal’in çektiği araştırma ekibi fermentasyon tekniği yoluyla bu molekülün yüklü miktarda üretimini de gerçekleştiriyor. Sehgal, bu molekül üzerinde çalışırken immunosupresif (bağışıklığı baskılayıcı) etkisi de olduğunu görünce Amerikan Ulusal Kanser Enstitüsü’ne (NCI) başvurup bu molekülün daha yakından incelenmesini talep ediyor. NCI yaptığı ön araştırmalarda bu molekülün aynı zamanda bazı kanser hücrelerine karşı anti-tümöral etkinlik gösterdiğini de tespit edince rapamisini “öncelikli araştırılması gereken ilaç” kategorisine alıyor. Ancak Ayerst firması 1982 yılında Montreal’deki araştırma laboratuvarını kapatma kararı alıyor ve Sehgal ve diğer bazı çalışanlarına ellerindeki biyolojik ajanları yok edip ABD New Jersey’de açtıkları yeni laboratuvara gelip, burada çalışmalarına devam etme önerisinde bulunuyor. Elinde bir kısım rapamisini tutan Sehgal’in bu konudaki çalışmaları tabii ki uzunca bir süre kesintiye uğruyor. Ancak 1987 yılında Ayerst’in Amerikan ilaç devi Wyeth ile birleşmesini fırsat olarak gören Sehgal 1988 yılında şirket yönetimini ikna ederek rapamisinin hayvan deneyleri için gereken izni alıyor. 1989-1999 yılları arasında klinik deneyleri devam eden rapamisin sonunda 1999 yılında FDA tarafından özellikle böbrek nakillerinde doku reddini önlemek amacıyla onay alıyor.

Peki; bilimsel üretimin bu konuda aşkla, tutkuyla çalışanların inanılmaz bir kararlılıkla yaptıkları araştırmalar sonucunda ortaya çıktığını bizlere bir kez daha gösteren bu güzel öykünün COVID’le hele de yaşlanma süreçleriyle ne ilgisi var? Okyanusya’nın kaşifi Kaptan Cook’un bile seyir defterlerinde pek kayda değer bir yer olmadığını belirttiği ancak inanılmaz gizemli ve devasa boyutlarda, ne zaman yapıldığı belli olmayan etkileyici insan heykelleriyle (Moai’ler) ünlü bu olağanüstü adanın insanlığa hediyesi olan rapamisinin göz alıcı yolculuğunu öğrenmek için lütfen sonraki gönderilerimi de takip edin.