GÖBEKLİTEPE’NİN TAŞ DEVRİ (PALEO) DİYETİ HAKKINDA DA SÖYLEYECEKLERİ VAR

Göbeklitepe’de şu ana kadar yapılan arkeolojik kazılar ve bunlara ilişkin ortaya çıkan bilimsel yayınlar, insanlık tarihinin neredeyse yeniden yazılmasına yol açtı. Göbeklitepe arkeolojik bulgularının ortaya koyduğu yeni veriler ışığında geçen ay ünlü bilim dergisi Nature’da yayınlanan bir makale bir kez daha herkes gibi beni de şaşırttı.

Andrew Cury tarafından kaleme alınan bu makalede insanların tarımsal üretime başladıkları düşünülen tarihten çok daha öncesinde, günümüzden 11600 yıl önce Göbeklitepe’de tahıl tükettiklerinin ortaya çıktığı söyleniyor.

Bu makaledeki ve olağanüstü iki antropolog olan Herman Pontzer ve Brian Wood tarafından yine geçtiğimiz ay Annual Review of Nutrition dergisinde yayınlanan makalelerindeki bilgileri birleştirince ‘Taş Devri’ diyeti hakkındaki bilgilerimize yeni bir çekidüzen vermemiz gerektiğini düşündüm.

Bundan 5-6 sene önce Londra’da her seferinde önünden geçerken bir şekilde kendimi içerisinde bulduğum muhteşem Doğal Tarih Müzesinin (National History Museum) satış bürosundan satın aldığım “Paleofantasy” isimli kitabında Marlene Zuk’un, evrimsel ve coğrafik şartları dikkate almayan ve pek çok toplumsal teoride de oluşturulan “ideal toplum” tarzı betimlemeleri müthiş bir mizahi dille eleştirmesi de hakikaten beni çok etkilemişti.

Nature dergisindeki makale için görüşlerine başvurulan, Alman Arkeoloji Enstitüsü adına Göbeklitepe’deki arkeolojik araştırmaları yürüten Laura Dietrich; Göbeklitepe’deki kazılarda tarımsal faaliyetlerin başladığı varsayılan Neolitik çağ kazılarında bile görülmeyen bir miktarda (Onbinin üzerinde) tahıl öğütme için kullanılan taşların bulunduğunu ve bazıları 200 litrenin üzerinde sıvı alabilen taş kaplara rastlandığını belirtiyor. Bu kapların Göbeklitepe’de tahılların fermentasyonu yani bir çeşit bira yapımı için kullanıldığını belirtiyor.

Paleolitik dönem diyetleri aslında yaşanan çevreye, mevsimsel döneme ve olağanüstü şartlara uyum sağlayan çok pragmatik ve ana amacı hayatta kalabilmeyi sağlamak olan beslenme düzenleri. Herman Pontzer’in müthiş aforizması ile “Yaşam bir çeşit, enerjiyi çocuklara çevirme olayıdır”. Bu oyundaki ana ilkeyi antropologlar “En Uygun Gıda Temin Etme Teorisi” (Optimal Foraging Theory) ile açıklıyorlar. Benim de Stephen Guyenet’in ‘The Hungry Brain’ (Aç Beyin) kitabından öğrendiğim bu teorinin matematiği çok basit: Herhangi bir gıdanın değeri = Gıdadan elde edilen enerji – Gıdayı temin ederken harcanan enerji / Harcanan Zaman. İlkel insanın bu pragmatik ilkesi harcanan zamana göre elde edilecek  kalori miktarı az  olan bir yeşil salatayı yemeyi anlamsız hale getiriyor örneğin. Çoğu kez düşük karbonhidratlı ve et ağırlıklı olarak tanımlanan paleolitik dönem diyetlerinin aksine örneğin bazı topluluklarda balın günlük kalori ihtiyacının %10-20’sini karşılıyor olduğuna dair kanıtlar mevcut. Ya da ilkel topluluklar arasındaki et tüketiminin günlük kalori ihtiyacının %5 ile %90’ı arasında bir değişkenlik gösterdiğini söylüyor Pontzer ve Wood. Tanzanya’da halen varlığını sürdüren nadir avcı-toplayıcı topluluklarından Hadza’ların 25 yıllık takiplerinde bazı dönemlerde ortalama 0.04 kg/gün et tüketimleri varken bazı dönemlerde de 2.8 kg/gün et tüketimleri olmuş. Daha kuzeyde yaşayan topluluklarda et tüketimi daha baskın iken daha güneyde ve daha ılıman iklimlerde yaşayanlarda bitkisel ürünlere erişimin daha kolay olmasının da etkisiyle de tercih daha çok bu yönde olmuş. Paleo diyet savunucuları tarafından pek de olumlu karşılanmayan nişastalı bitkilerin, tahılların Hadzalar gibi bazı modern avcı-toplayıcı toplumların diyetlerinde olmasına rağmen obezite ve kardiyometabolik hastalıklardan korunmuş olduklarına dikkat çekiyor Pontzer ve Wood. Marlene Zuk da süt ürünlerini sindirmemizi sağlayan laktaz enziminin insanların sütten kesilmelerine rağmen bazı topluluklarda varlığını devam ettirmesi ve bazı insan topluluklarında ağızda salgılanan amilaz enzimin açığa çıkmasını sağlayan genlerin çok daha fazla olması gibi örnekler verdiği ufak evrimsel değişiklikler de insanların tümüne önerilecek tek bir beslenme reçetesinin olamayacağının bir göstergesi olarak yorumlanabilir.

Loren Cordain gibi Taş devri (paleo) akımı kuramcılarına ve aşırı derecede işlenmiş gıdalar ve bunların getirdiği metabolik hastalıklara bir çözüm olarak sunduklarına sonsuz derecede saygım var ve bunların bir kısmının modern insanı etkileyen olumsuzluklara karşı geliştirilmiş önemli yanıtlar olduğuna yürekten inanıyorum. Elbette bazıları paleolitik dönemdeki akrabalarından oldukça farklı besinsel yapıya sahip bir tarımsal üretim mevcut; elbette fazlaca işlenmiş gıdalara ve karşı konulması oldukça zor olan yüksek mühendislik ürünü endüstriyel gıdalara hayır ama makrobesin oranları birbirlerinden çok farklı olan paleolitik çağ topluluk diyetlerini tek bir ideal diyet formasyonu ile değerlendirmek Marlene Zuk’un benzetmesiyle olsa olsa bir “paleofantezi” olabilir.