
Obezite ve Fiziksel Egzersiz İlişkisi Üzerine Yeniden Düşünme Vakti Gelmedi mi?
Öteden beri obezitenin genelde dünya ama özellikle de ülkemiz için büyük bir sorun olduğunu düşünmekteyim. İstatistikler ülkemizde fazla kilolu veya obez olanlarının toplamının tüm nüfusun %65’ine ulaştığını gösteriyor. Üstelik, obezite oranımız sadece 2008 ile 2014 yılları arasında %31 oranında artış göstermiştir. Daha da vahimi halkımızın bu konudaki farkındalık oranı: Yapılan anketlerde insanlarımıza ülkedeki her 100 kişiden kaçının fazla kilolu veya obez olduğu sorulduğunda verilen cevapların ortalaması 32 olmuştur. Bu oranın gerçek verilerle farkı kolayca hesaplanabileceği gibi 33’dür. Bu da bizi dünyada Suudi Arabistan’dan sonra kendi vücut yapısı hakkında en kötü tahminde bulunan ülke konumuna sokuyor. Çocukluk çağı obezitesinde de durum oldukça endişe verici: T.C. Sağlık ve Milli Eğitim Bakanlıklarının Hacettepe Üniversitesi ile birlikte yürüttükleri 2013 yılına ait çocukluk çağı obezite araştırmasında çocuklarımızın yaklaşık %23’ünün fazla kilolu veya obez olduğu ortaya çıkmıştır. Üstelik İngiltere’de yapılan bir araştırmanın sonuçlarına göre ‘kuzguna yavrusu güzel (anka) gözükür’ atasözündeki bilgeliği destekler şekilde kilolu çocukların ebeveynlerinin %77’sinin bu gerçeğin farkında olmadıkları ortaya çıkmıştır. Kişisel gözlemlerime göre ülkemizde de bu oran daha düşük değildir. Pek çok ebeveyn kilolu olan çocuğu hakkındaki düşünceleri sorulduğu vakit ‘Ne var ki benim yavrum biraz tombul, o kadar’ deyip işin içinden çıkma eğiliminde.
Peki, ne yapmak gerekiyor? Kilolu kişilerin doktorlarına çare için sorduklarında neredeyse tümünün aldığı klasik cevap olan ‘Daha az ye, daha çok spor yap’ formülü gerçekten işe yarıyor mu? ‘Daha az ye’ önerisinin geçerliliği belki bir başka yazının konusu ama bu yazımızda egzersiz ve obezite ilişkisine değineceğiz. Günlük pratiğimizde ‘Ben günde 5-10 kilometre yürüyorum veya bütün gün bahçede çalışıyorum ya da tüm gün ev işleriyle uğraşıyorum ama yine de neden hiç kilo veremiyorum diye soran hastalarımıza oldukça sık rastlıyoruz. Hastaların bu sorusunun cevabını ben de ilk kez 2012 yılında ciddi bir şekilde düşünmeye başladım. Evet; hiçbir zaman belirgin bir kilo problemim olmadı ancak spor yapma işini biraz abartıp amatörce yurt içi ve yurt dışında maraton ve yarı maratonlara katıldığım günlerdi o günler ve bazı günler 20 ve hatta 30 kilometrelik koşular içeren ağır antrenmanlar yapıyordum. Ancak 2012 yılı Kasım ayında Avrasya Maratonu’nda verdiğim 3 kilonun 2’sini o gece, geri kalan 1 kiloyu da onu izleyen 1 hafta içinde geri aldığım zaman spor ve kilo verme ilişkisini yeniden gözden geçirme vaktinin geldiğini düşünmeye başladım.
Obeziteye bir çare olarak egzersizin ön plana çıkartılması aslında ilk olarak 1960’lı yıllarda Harvard Üniversitesi’nden Jean Mayer’in çabaları ile olmuş ve ‘En iyi diyet Egzersizdir’ sloganıyla yola çıkılmış ve son kılavuzlarda önemli ölçüde kilo verilebilmesi ve ulaşılan kilonun korunabilmesi için haftada en az 300 dakikalık orta seviyeli egzersiz önerisi oldukça ortak kabul görür bir şekilde yerini almıştır.
Herhangi bir yanlış anlaşılmaya sebebiyet vermemek için hemen belirteyim: ‘SPOR YAPMAK SAĞLIĞINIZ İÇİN SON DERECE ÖNEMLİDİR’. Düzenli egzersiz yapmanın beyin ve vücut sağlığını korumak açısından çok faydalı olduğuna dair tonlarca kanıta dayalı bilgi mevcuttur. Ama yine de ‘SPOR YAPMAK KİLO VERMENİZİ SAĞLAMAZ’.
Aslında yukarıda anlattığım ‘maratoncu’ dönemimde kendi özelimde saptadığım bulguların daha önce bilimsel olarak teyit edildiğini de fark ettim. Örneğin, Westerterp KR ve arkadaşları tarafından 1992’de British Journal of Nutrition dergisinde yayınlanan makalede yarı maraton koşmak üzere 44 haftalık sıkı bir antrenman programına alınan 36 kişilik grupta bu periyod sonunda ortalama kilo kaybının sadece 1 kg olduğu gösterilmiştir. Obezite konusunda emek veren pek çok sağlık otoritesi bu gerçeği aslında çok uzun süre önce fark etmişlerdir. Örneğin, Mayo Klinik’ten Russell Wilder daha 1930’lu yıllarda hastalarının yatak istirahatinde oldukları dönemde daha fazla kilo verme eğiliminde olduğunu söylemiştir. Söylediklerimi bilimsel literatürden destekleyici diğer bazı yayınlar da şunlar:
1) Amerika’nın ünlü NHANES (National Health and Nutrition Examination Survey) verilerinden bir alıntı: 30000 kişilik bir popülasyonda 2001 ile 2011 yılları arasında genel olarak fiziksel aktivite oranında bir artış olmuş. Bu artışlar Kentucky, Virginia, Florida ve Kaliforniya’da en belirgin şekilde olmuş. Ancak sonuç şu: Fiziksel aktivitenin obesite yaygınlığı üzerine hiçbir etkisi olmamıştır. Yani egzersiz sıklığını arttırmak obezite oranlarını düşürmemiştir. Bazı eyaletlerde egzersiz yapma oranı biraz daha fazla, bazılarında daha az olmasına rağmen, obezite sıklığı hiçbir farklılık göstermeden aynı oranlarda artmıştır. (Prevalence of physical activity and obesity in US counties, 2001-2011: a road map for action
Popul Health Metr. 2013 Jul 10;11:7. doi: 10.1186/1478-7954-11-7. eCollection 2013.)
2) 3 ila 5 yaş arındaki çocuklarda akselerometre cihazları kullanılarak yapılan fiziksel aktivite ölçümlerinin sonucunda çocukların beden kitle indeksleri ile aktivite seviyeleri arasında bir ilişki saptanamamıştır. (Association between objectively measured sedentary behavior and body mass index in preschool children. Int J Obes (Lond). 2013 Jul;37(7):961-5. doi: 10.1038/ijo.2012.222. Epub 2013 Jan 15.)
3) Bir başka çalışmada, 1980’lerden 2000li yılların ortasına kadar Kuzey Avrupa’da fiziksel aktivitede bir artış olmasına rağmen, obezite yaygınlığında da artış gözlenmiş. Üstelik bu çalışmada araştırmacılar çok ilginç bir bulgu daha ortaya koymuşlar: Doğada yaşayan 78 kg’lık insan harici bir memelinin (örneğin panter) bu çağın insanıyla aynı miktarda günlük enerji tüketimi olduğunu göstermişlerdir. (Bildiğiniz gibi doğada yaşayan hayvanlarda insanlardakinin aksine bir obezite epidemisi mevcut değil). Bu da bize insanlardaki bu epideminin fiziksel aktivite eksikliği dışında başka sebepleri olduğunu gösterir. Eğer günümüzün obezite epidemisinin sebebi egzersiz eksikliği değilse, egzersiz miktarını arttırmanın bu epidemiyi geri çevirmesini bekleyebilir miyiz? (Physical activity energy expenditure has not declined since the 1980s and matches energy expenditures of wild mammals. Int J Obes (Lond). 2008 Aug;32(8):1256-63. doi: 10.1038/ijo.2008.74. Epub 2008 May 27. )
4) Yaklaşık 200 kişiyi kapsayan bir çalışmada tüm sağlıklı yaşam kılavuzlarında önerildiği gibi haftada 6 gün günlük ortalama 1 saat aerobic egzersiz (yürüyüş, koşu gibi) 12 ayın sonunda kadınlarda 1,4 erkeklerde ise ancak 1,8 kg ağırlık düşüşüne sebebiyet vermiştir. (Exercise effect on weight and body fat in men and women. Obesity (Silver Spring). 2007 Jun;15(6):1496-512.)
5) 34079 sağlıklı kadının 15 sene boyunca takip edildiği WHI çalışmasında kilolu olan kişilerde (BMI>25) egzersiz yapan ve yapmayan grup arasında kilo alımı açısından bir farklılık gözlenmemiştir. (Physical Activity and Weight Gain Prevention JAMA, March 24/31, 2010—Vol 303, No. 12)
6) Harvard Halk Sağlığı Okulu akademisyenleri tarafından yapılan bir başka çalışmada 538 öğrencinin ileri doğru incelendiği bir çalışmada araştırmacılar sonuç olarak ‘başlangıç hipotezinin aksine fiziksel aktivitenin negatif enerji dengesi yaratmadığını’ söylemişlerdir. Çocuklar egzersiz yaptıkları her saat başına ilave 292 kalori daha tüketmişlerdir. (Total energy intake, adolescent discretionary
behaviors and the energy gap. International Journal of Obesity (2008) 32, S19–S27)
Biliyorum; biraz hayal kırıklığına uğradınız, şimdi belki de spor için ayırdığınız bunca zamana emeğe hayıflanıyorsunuz. Sakın ha, böyle bir düşünceyi aklınıza bile getirmeyin. Tekrar ediyorum: Spor yapmak kalp ve damar hastalıkları riskinizi, bunama riskinizi, sarkopeni (yaşlanmaya bağlı kas erimesi) riskinizi azaltır, ama size kilo verdirmez. Aksine, çoğu zaman yarattığı iştah açıcı etkisiyle daha fazla yemek yememize neden olabilir ve hele de bu daha fazla besin ‘düşük’ kaliteli olursa bu vücudumuzda daha fazla yağ birikimine sebep olur. Aslında iştahımızı ‘yüksek’ besinsel değeri olan gıdalarla giderebilirsek; bu bizim vücudumuzda daha fazla kas ve daha az yağ dokusu oluşumuna yol açabilir.
Sizi daha fazla ayrıntıya boğup, kafanızı iyice allak bullak etmek istemem, ancak bugüne kadar niye bu gerçeğin halkın dikkatinden kaçırıldığını herhalde siz de benim gibi merak ediyorsunuzdur. Bir düşünün; belki de birileri kilo verememenizdeki tek suçu kendi ‘tembelliğinizde’ aramanızı istedi: ‘Kilo veremiyorsun, çünkü yeterince spor yapmıyorsun’ diye pek çok kez azarlandığınızı duyar gibi oluyorum. Halbuki, Nijerya kırsalındaki halk ve Tanzanya’daki yaşayan son avcı-toplayıcı kabilelerden olan Hadza’ların vücut boyutuna göre düzeltilmiş günlük kalori sarfiyatlarının batılılarla aşağı yukarı aynı olmalarına rağmen neredeyse hiç obezite olgusuna rastlanmıyor olması hepimizin kafasında bir ışık yakmalıydı. Gerçek gün gibi ortada değil mi: ‘KÖTÜ BİR BESLENMENİN ETKİSİNİ SPORLA ORTADAN KALDIRAMAZSINIZ.’
Peki, bu gerçeği, pek çoğumuzun da işine geldiği gibi göz önünden uzak tutulmasını sağlayan kim olabilir. Komplo teorileri üretmek her zaman çok zevkli olmuştur. Bir düşünün bakalım; neredeyse tüm spor organizasyonlarının ve milli takımlarımızın baş sponsorları olan, tek bir tanesinin yıllık reklam harcaması 3,5 milyar doları bulan hazır gazlı içecek ve gıda firmalarının bunda bir rolü olabilir mi?
Sağlıkla kalın.
Dr. Baybars Türel.