ŞİMDİ OKUYACAKLARINIZ ASLA BİR BİLİM-KURGU DEĞİLDİR…
Pek çoğunuz biliyorsunuz; ben burada zaman zaman Türk bilim insanlarının gerçekleştirdiği başarıları gündeme getirmeye çalışıyorum. Bugün de size, ilk kez okuduğumda gözlerime inanamadığım, bir çeşit bilim-kurgu olduğunu düşündüğüm olağanüstü bir gelişmenin öncülüğünü yapan ABD’de Tufts Ünivesitesi’nde görevli bilim insanı Gizem Gümüşkaya’nın bir çalışmasından bahsetmek istiyorum. Bu çalışma bir “sentetik biyoloji” araştırmasının yansıması. Önce elbette sentetik biyolojinin kısa bir tarifini yapalım: Sentetik biyoloji organizmalara yeni ve yararlı yetenekler kazandırmayı amaçlayarak yeniden tasarlayan bir çeşit biyomühendislik alanı. Onlarca farklı disiplinden pek çok bilim insanının emek verdiği bu alanın çıktıları da hayal gücünüzün sınırlarını zorlayacak kadar çeşitli. Örneğin bir örümceğin bir kısım DNA’sını bir ipek böceğine aktararak çok daha güçlü ve hafif bir ipek oluşturmasını sağlayabiliyorsunuz. Ya da topraktaki bakterilerin belirli bazı besleyici unsurlar üretmesini sağlayarak çok daha az kimyasal gübre kullanımını sağlayabilir dolayısıyla bunların yol açtığı olumsuz çevresel sorunları yok edebilirsiniz. Bir başka sentetik biyoloji uğraşı da organ benzeri işlev gösteren yapılar yani organoidler üretilmesi ve bunların üzerinde çeşitli hastalık modellerinde kullanılabilinecek ilaçların denenmesi.
Aklınızdan geçen konunun, bu alanın kötü insanlar tarafından suistimal edilebileceği olduğunu tahmin edebiliyorum. İşte bu konunun etik ve hatta teolojik olarak irdelendiği, tartışıldığı bir ortam da oluşmuş durumda bu yeni alanın filizlendiği ülkelerde.
Belki çok şaşıracaksınız ama Gizem Gümüşkaya aslında bir mimar; İTÜ mimarlık bölümünden mezun. ABD’de tanışmış sentetik biyoloji ile ve çalışmalarını bu alanda sürdürmeye karar vermiş. Bu çalışmasında Gizem Gümüşkaya ve çalışma arkadaşları insan soluk borusundan alınan hücreleri, ki bunlar “silya” dediğimiz tüycüklere sahip hücre çeperlerinde, özel bir doku çözeltisine maruz bırakarak bu hücrelerin bir araya gelerek çoklu hücreli, görünümü etrafı tüycüklerle kaplı ufak bir top yapısına benzeyen bir biyorobot (biobot), kendi adlandırmalarıyla bir “Antropod” oluşturuyorlar. Ve sıkı durun; bir sinir dokusu alıp ortasına bir çizik atıyorlar; ikiye ayrılan sinir dokusuna antropodlarını zerk ediyorlar. Hareketli antropodlar sinir dokusu çatlağında bir o yana bir bu yana giderek adeta bir terzi gibi parçalanmış sinir dokusunun iki ucunun yeniden bir araya gelmesini sağlıyorlar.
Peki bundan sonra ne olur mu diyorsunuz? Sizin hayal gücünüzün sınırlarına bağlı bu sorunun yanıtı; elbette daha yıllarca sürecek çalışmalar, ama ben kazalar sonucunda omurilik zedelenmesi oluşmuş kişilerin belki de bu tip bir girişimle yeniden ayağa kaldırılabileceğini hayal ediyorum ama araştırmacıların makalenin sonunda kendi hayalleriyle ilgili söylediklerine de kulak vermek lazım: “ Antropodlor her insanın kendi hücrelerinden üretilebileceği için bir yabancı cisim bağışıklık yanıtına yol açmadan işlevlerini yürütebiliyorlar ve damar sertliği hastalarının damarlarındaki plakları temizleyebilirler, kistik fibrozis hastalarının (genetik bozuklukları nedeniyle hava yollarından atamadıkları) mukusu parçalayabilirler ya da hedef organlara ilaç taşınmasını sağlayabilirler”
Gizem Gümüşkaya ve çalışma arkadaşlarını bence tıp tarihinde önemli bir dönemin kapılarını açacak bu araştırmalarından dolayı tebrik ediyor ve çalışmalarında başarılar diliyorum.
Kaynak: Gumuskaya G, Srivastava P, Cooper BG, Lesser H, Semegran B, Garnier S, Levin M. Motile Living Biobots Self-Construct from Adult Human Somatic Progenitor Seed Cells. Adv Sci (Weinh). 2023 Nov 30:e2303575. doi: 10.1002/advs.202303575. Epub ahead of print. PMID: 38032125.