VE ŞİMDİ, BİRAZ DA İYİ HABERLER…
Nasıl bir 2 hafta geçirdik değil mi; bir aksiyon filmini izler gibi takip ettiğimiz Çin ve İtalya’daki virüs haberleri 11 Mart günü yurdumuzdaki ilk vakanın açıklanmasıyla beraber artık ete kemiğe büründü ve her an her yanımızda olabilecek bu görünmez tehlikenin endişesi ruhsal bir travma yarattı tüm toplumda. Hele bir de şu ana kadar etkinliği yüzde yüz olan bir tedavisinin olmaması ve tam da nasıl olsa bir aşısı vardır diyeceğimiz bir anda aşı gelişimi için verilen en iyimser tarihin bir yıl sonrasını işaret ettiğini öğrenince biraz daha yıkıldık hepimiz.
Benim bu konuda bizleri bilgilendiren çok değerli bilim kurulu üyelerimizle beraber takip ettiğim her ikisi de ABD’de görev yapan iki meslektaşım var: İlki Dr. Peter Hotez; Baylor College of Medicine’da Ulusal Tropikal Tıp Okulu’nun dekanı, özellikle tropikal bölgelerdeki bulaşıcı hastalıklara karşı aşı geliştirme çalışmalarının pek bilinmeyen bir kahramanı, diğeri de Dr. Arturo Casadevall, John Hopkins’in Moleküler Mikrobiyoloji ve İmmünoloji Bölüm Başkanı. Her ikisinin de bu aşı ve tedavi geliştirme sürecini beklerken kullanılabilecek ve etkinliği insanlığın eski salgın deneyimlerimden kanıtlanmış ve şu an itibariyle artık pratiğe de sokulmaya başlanmış bir ortak önerisi var: Hastalığı geçirmiş ve iyileşmiş olan kişilerin serumlarının (kanın alyuvarları ve pıhtılaşmayı sağlayan hücreleri ayırıldıktan sonra kalan kısmı) gerekli işlemlerden geçirildikten sonra hastalığı geçirmekte olanlara ama daha çok hastalığa yakalanma riski yüksek olanlara hele de en önemlisi bu mücadelede en ön safta yer alan sağlık personeline verilmesi. Aslında burada bu kişilere ulaştırılmak istenen hastalığı geçirmiş olan kişilerde bu virüse karşı oluşmuş antikorlar, yani vücudumuzun bu virüsle yaptığı savaşı kazanmasında etkin rol oynayan, bağışıklık sistemimizin ürettiği moleküler yapılar. Diğer tip korona virüs enfeksiyonlarında da (2003’deki SARS-1 ve 2012’deki MERS gibi) başarılı olduğu gösterilmiş bu yöntemin tarihteki ilk uygulamalarından birisi 1934’te Pensilvanya’da gerçekleştirilmiş. Kızamık geçirmekte olan bir ilkokul çocuğunu karantinaya aldıktan sonra bu çocuğun serumunu sınıftaki diğer 66 çocuğa vermişler. Sonuçta şu günkü belalımız COVID 19’dan birkaç kat daha bulaşıcı olan kızamık virüsünün normalde en az sınıfın dörtte birine bulaşması beklenirken sadece üç tanesinde kızamık kliniği ortaya çıkmış, o da çok daha hafif bir tablo ile. Casadevall ve Hotez bir kişinin serumunun yaklaşık 10 kişiye önleyici olarak verilebileceğini ama ağır bir klinik tabloya sahip 1 kişiyi de toparlayabileceğini söylüyorlar. Tabii ki bu serumla verilen koruyucu antikorların birkaç haftalık bir ömrü olacak ama bu uygulama hasta kişiyle daha önce yakın temas halinde olmuş kişileri koruyacak, ancak daha da önemlisi en korkulan senaryoda sağlık personelini yatağa düşürerek kısa sürede devre dışı bırakabilecek bir durumun önüne geçile bilinecektir.
Artık vaka sayılarının binlerle ifade edildiği ve daha da yaygınlaştırılmış testlerle hastalığı çok hafif semptomlarla ayakta geçirmiş kişilerin de tespit edilebileceğini düşünürsek ülkemiz genelindeki pek çok kan bankasının iyi bir organizasyon ile gerekli serum hazırlama işlemini başarıyla gerçekleştirebileceğini düşünüyorum. Bu bize bu zorlu savaşta hem zaman kazandıracak hem de bireylere zor durumda olan başkalarına yardım etmenin huzurunu tattıracak ve her şeye rağmen bu muhteşem gezegende toplumsal dayanışmanın ne kadar vazgeçilmez olduğunu, ayakta kalabilmek için ne kadar da birbirimize muhtaç olduğumuzu bir kez daha hatırlatacaktır.
Kaynak:
Arturo Casadevall, Liise-anne Pirofski J Clin Invest. 2020. https://doi.org/10.1172/JCI138003.